20 Şubat 2013 Çarşamba

Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur



    Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta,
bir Mevlevi ile bir Bektaşi''nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına
yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini
izlemek için geldiğini söyler.

Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi
yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.
Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların
giysilerine takılır.
Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem
içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca
kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır.
Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa
olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.

Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:
"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel
bir sebebi var mı?"
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.
İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek
kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:
"Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını,
ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."

Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner:
"Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve
kısa?
Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra
gülümser ve adama bakarak şöyle der:
"Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur.
Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."
*
ÖZETLE:
Seveceksen öylece sev.
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.
Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde ise, bulduğun her kusur,
öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir. Her ikisi de seni
mutsuz eder. Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise bulduğun için
mutsuz olursun...*

*Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.
[Mevlana]*
*Yaşam paylaşmakla... Hayat sevince güzel...*

19 Şubat 2013 Salı

Eşim Olma Karım Ol

Eşim olma, karım ol! Bakma daha ilkel durduğuna sen, ruhu vardır kelimelerin. “Karı-koca” “eş”ten daha çok şey anlatır. Hatta belki bize unutulmuş bir şeyi söyler.
Sahi, biliyor musun? Neden erkeğe “koca”, kadına da “onun karı” demiş eskiler?
Eşim değil, karım ol! Kedilerin eşi olur, terliklerin de… İnsanın eşi olmaz. Bir ömür eşlik ediyor diye mi sevgiliye eş denir? Eşlik etmek yeter mi? Fazlasını beklemez mi insan yârinden? Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, evlenecek erkeğe eskilerin neden ”koca” dediklerini. Çünkü “koca” bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir. Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir. Dağların yücesine kar yağar diye kadına da “kocanın karı” demişler. Bakma şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine. “Koca ve onun karı” olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam. Kar gibi pak ve masum olmalı kadın. Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın. Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür…
Eşim olma, karım ol! Bana benzemeye çalışma sakın. Bana benden lazım değil bir tane daha. Ama unutma ki sensiz yarımım. Her zaman söylemem, ama sen anla.
Eşim olma, karım ol! Beni tamamla…


Enerjinizi Kullanmayı Öğrenin



   Beyin öyle bir güçtür ki..
> Kafadan geçen her düşüncenin Allah katında bir talep olduğuna inanıyorum
> iyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir ,
> Ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız.
> Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz
> korkuyla yola çıkar ve
> hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerji yayarsanız
> mutlaka şoföre kaza
> yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanı z ve böyle korkularınız
> varsa eğer sakın
> araba kullanmayın.. .
> Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir
> şeyler olur yani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun
> kafasını bulur o zaman siz
> şunu düşünürsünüz -onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler
> geliyor -
> Neden acaba ? Bu tıpkı (yumurtamı tavuktan çıkar, yoksa t! avuk mu)'yu
> andırmıyor mu?
> Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir
> araya geldiğimizde
> hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyim demeye
> korkar olduk,
> işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyin kötü ve daha
> da kötüye gittiğini
> söylüyoruz, hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yni
> dostlarla da sohbetin
> güzelliği , keyfi kalmadı.Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu
> soran bizden para
> isteyecekmiş gibi.Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK
> etmeye devam edin,
> sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her şeyin
> bereketini kaçırın,
> ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızı da kaçırdığınızı
> fark edeceksiniz.
> Hep hastayım diyen ! insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya
> görsün hangi
> hastalıktan korkup ,çağırıyorsanız size onu getirir.
> Sürekli param yok deyen insanlar paralarının bereketini öyle
> kaçırırlar ki bir gün gelir
> birde bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş ani çıkan
> hesapta olmayan mecburi
> harcamalarda olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir.
>
> Allah zaten verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından bu
> nimetleri bir müddet sonra almaya başlar.
>
> Çevrenize bakın örneklerni çok göreceksiniz.
>
> Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere
> ÇOK İYİYİM ÇOK ŞÜKÜR demekle işe başlayın...... .
> Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman
> bulamıyoruz.
> Oysa her yaşta se! vgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa sevgi
> değildir. Neyi severseniz
> sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun. Birisine sevginizi
> söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir
> enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size geri
> dönüşünden aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.
> Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir
> kişiliğe sahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu
> çıplak tenine deydirsin. Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir
> bebek olmasını istiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif
> birortamda büyütmeye çalışın,
> Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız
> sevginizi gösterin. Öpün koklay! ın ve bilin ki bu günler çok çabuk
> geçecek ve bilin ki çok çabuk büyüyorlar. Bazı anne ve babalar
> çocuklarını çok sevdikleri halde bunu ifade edemez ve gösteremezler.
> Neden ? Ne zaman göstereceksiniz? Allah’ın verdiği bu armağana
> sevgiyi en güzel şekilde
> göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi ?
>
> Beyin öyle bir güçtür ki , insan beyin gücünü kullanarak isterse
> kendini felç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir.
> Yeter ki beynini şartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar
> civarında sinir hücresi vardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo
> voltluk enerji açığa çıkarır. Pratikte mümkün değil ama teorikte
> beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını
> varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar ki
> bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak güce
> sahiptir. Size tıp kitapları! na girmiş bir olayı anlatmak istiyorum,
> Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir
> istasyonda duruyor. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin
> biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını
> dışardan kilitliyor. Biraz sonra tren hareket ediyor, ve bir durak
> sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor. Kapalı kalan işçinin
> vagon kapısı açıldığında işçinin donarak öldüğü görülüyor. Fakat bir
> bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya
> geçirilmemiş. Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini
> sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak, donmanın
> tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor.
>
> Yani beyninizi olumlu şeyle! re kanalize edin .Bazı insanlar vardır,
> hep konuşurken daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık
> bunu tekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler.
> Ben bu laftan çok korkarım ,eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini
> öyle bir şartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri
> zamanda ölürler. Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir
> hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz. İnsan hayal
> ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru bir laf değil mi?
> Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.
> Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .
> Ama şu anımı biliyorum, ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim
> yanımda çocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve
> yarınımı da bilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif
> şekilde değerlendiririm.
> Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.
> Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e
> bölün.
> Dün, bugün,yarın diye...
> Biz ani stresleri çok severiz.
> Çünki ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve
> hafıza, algılama, enerji süper olur.
> Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır.
> Ama siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde
> kurarsanız,
> hep bunu düşünürseniz, gelen! olumlu şeylerin hepsi geri gider.
> Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren,
> mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon
> iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk,
> hatta depresyon ,kalple ilgili şikayetler ve kansere zemin hazırlamış
> olursunuz.
> Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?
> Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli.
> Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani
> kafanızı dağıtın.
> Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi azalsın
> veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.
> Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları
> mistik etki onların pozitiflenmesini sağlar.
> Ben evde sok! akta bile hep iyilik diler ve hayır için dua ederim


Prof. Yıldız Batırbaygil

5 Şubat 2013 Salı

Kırdığınız hayal, kurduğunuz hayal olmasın sakın

Nasılsın, nasıl gidiyor, haber ver dünyandan.
Duydum ki saydırıyormuşsun arkamdan, bunu yazma sebebim de işte bundan.
Tahmin ediyorum, okurken ki yüz ifadeni, dudağındaki buruk gülümsemeyi, kırgın çehreni. Yoo bırakmak yok öyle, madem başladın okumaya, getireceksin sonunu da…
Hah işte duyar gibiyim sesini; ‘Gerçeği zaten çatır çatır kırılmış, sen hayalsin, sen kırılmasaydın bari’ deyişini…
Tamam, ben de üzgünüm, ama bazen olabiliyor işte. İster miydim ben de kırılmak, seni yüzüstü bırakmak.
Suya düşeceğini bilsem, sana yüzme öğretirdim dediğini mi duydum sanki.
Sahi ne iyi olurdu, suya düşen hayallerin yüzme bilmesi.
Ama sen de suçlusun; Küçük detaylar üzerine büyük hayaller kurmadın mı hep, yüreğinin sesini aklının sesine yeğlemedin mi?
Ödemekten bıkmadın mı hislerini dinlemenin bedelini?
İnanmanın ve vefanın şemsiyesi altında vicdanla karışık sağanak yağmurlardan ibaret sandın hayal kurmayı, oysa ben mi ahmakıslatandım - sen de ıslandın.
‘Oysa ne kadar yanılmışım’ diyen sesin geliyor kulağıma ve de yeniden atmaya başlayan paslı kalbin. Karşında asılı duran tablodaki kocaman dolunay mı kanattı yaralarını yoksa uğradığın haksızlık, bir paket kahve kokusunda mı saklı?
İyi de anladın işte kalbinin ne kadar kocaman olduğunu, karşındakilerin kalplerinin küçüklüğünü görünce.
Napalım bazı kahramanlar Pinokyo kadar şanslı olamıyor, tahtadan insana dönüşemiyor.
Peki, neymiş, uykuya dalarken kurduğun hayallerden, bir sabah vazgeçmekmiş hayal kırıklığı. Beklentilerden beslenen ot obur bir devin gözyaşları…
İlk hayal kırıklığını hatırlıyor musun?
Ben hatırlıyorum; O çok istediğin Barbie bebeğin uzun saçlarını kesip bir süre beklemene rağmen bir daha uzamayacağını anladığında. Belki de hep ondan uzun oldu saçların, ya belinde ya omuzlarında.
Özene bezene yaparak küvette yüzdürdüğün kâğıt gemiler battığında da aynı duyguyu yaşamıştın. Büyüdükçe ruhunu acıtan kâğıt kesiklerinin acısıyla belki de ilk öyle tanıştın.
Zamanla hayal kırıklığı koleksiyonun oldu ama sen birbirine uyan parçalarla yeni hayaller kurabildin.
Belki yere mantığınla basan ayakların olmadı ama daha iyisi kanatların oldu.
Yükseldikçe görebildin, hayallerin büyüdükçe, insanların nasıl küçüldüklerini.
Verdiğin değer kadar döner sana kırılan hayallerin; Kimi çok koyar, kimi sadece gıdıklar.

‘Sen cam mısın, neden kırılasın’ diyorsun. Cam değiliz biz, cam değil hayallerin. Ama cam fanusa sığdırdığınız. O fanus düşüp kırıldığında cam kırıkları da saçılır etrafa. Aslında hep hayal kırıklıklarıdır, tene kan bulaştıran. Kırılan fanusun sesi, ancak yakındakiler tarafından duyulsa da, kırılan hayallerin sesi, kilometrelerce öteden duyulabilir inan bana. Ve kırılan hayallere basılması, cam kırıklarına basılmasından daha çok acıtır canını. Kimse istemez çünkü hayallerinde ayak izi olmasını…

En son bir hayalin vardı; Küçük bir kitapçı dükkânı. Minicik bir mutfağı, içinde keklerin, poğaçaların olacağı. Tamamını getirememiştin bir türlü, bitirememiştin anlatmayı.
Oysa masalarda duran begonvillerden bahsedecektin, bir de mis gibi kahve kokusundan, mısır çarşısından alınmış olandan.
Fıstıklı çikolatalar olacaktı, kitapların yanında ve hep kar yağacaktı.
Ama bitiremedin anlatmayı. Olsun, hata sende değildi;
Kendi hayallerinin bile peşinden gidemeyenler, başkasının hayallerini dinleyebilirler miydi?
Tabi ki hayır.
İnsanın kendisiyle savaşı ne zamandan başlar ki, ya da hangi ateşkes durdurabilir ki bu savaşı. Kırılan hayallerin değil sorun, ya karşındakinin kendisi hayal kırıklığı ise o zaman anlarsın; Kırılan hayalin, kurulan hayalinmiş meğer. Sarsılırsın önce, üşürsün. Ama sen ne hayat kırıklıkları yaşadın, yıkar mı bir hayal kırıklığı.
Alçıya alınamayan bir omurga kırığı gibidir, kendiliğinden iyileşir.
Ama eğri kaynarsa her nefeste batar sana. En çok lapa lapa olanını seversin karın fakat güvendiğin dağlara yağanını değil.

Yaşamaktan daha zor olanı, yaşatan olmaktır hayal kırıklığını.
Vicdanınla baş başa kalmaktır. Söyleyemezsin, üzülemezsin, gülemezsin.
Korkaklığını içinde hisseder, kimselere gösteremezsin. Kalbine batar, yaptığın haksızlıkların acısı, duman eder beynini, vicdanının tamtamları.
Çöreklenir ruhuna en koyu siyah, silemezsin. Bencilliğin sancısını dindiremezsin.
Sıkar boğazını, keser nefesini. Uğraşsan da nafile, ne kadar çabalasan da ölemezsin...

Kırılan hayaller, kurulan hayaller kadar gerçektir, hayatın içindendir.
En büyük hata, güven hırsızlarının faturasını, henüz kurulmamış masum hayallere kesmektir. Hayatta parasız ve zahmetsiz alınabilecek en güzel şey hayallerdir, hayal kurmayı bilmeyenler, sadece yaşar gibi yapan zavallı yüreklerdir.
Belki de en güçlü olduğumuz zaman hayal kurduğumuz andır çünkü hayal kurmak gerçeklerin tahtına göz koymaktır.
O yüzden hayallerin peşinden mutlaka koşulmalıdır.
Çünkü tüm gerçekler gibi, onlar da bir gün yorulacaktır.

Şimdi uzakta bir kadın şarkı söylüyor, içinde denizyıldızı geçiyor.
Şarkı yarıda kesiliyor, ay gökyüzünde kayboluyor.
Malzemeden çaldığını sandığın hayallerin yıkılıyor.
Şimdi eğilme vakti, eğilip hayallerinin enkazlarından çıkarma vakti, her bir hayat sahneni.
Birazdan sabah olacak. Her sabah umuda gebedir.
Bir kozanın kabuğunu çatlatırcasına doğar güneş ve ışıktır seni daim kılan.
Bütün karanlığı toplansa da evrenin, bir mum ışığını söndürmeye mecali yetmez...

Sen kurmaya devam et hayallerini, kirletmeden içini.
Kim bilir belki de insanlar uğratmıyordur seni hayal kırıklığına.
Sen yanlış insanlar üzerine hayal kuruyorsundur, o kadar…

İMZA; Hayallerin